EŞCİNSELLİK ÜZERİNE

, , No Comments

Biz farkında olmadan içimizde ağır ağır büyüyen tehlikenin tam ortasındayız şimdi. Her şeyin başı o olmasa da ilk kıvılcımlar 2. Dünya savaşı ile başladı aslında.  Din engellerinin(!) bir bir yıkıldığı aydınlanma hareketiyle eşcinsellerin “dolaptan çıkma” vakti gelmişti. 1969, New York, Stonewall Club Protestosu ile “Gay Özgürlük Hareketi” başlamıştı. Amaç önce Amerika halkının duygularına ulaşmaktı, çünkü Amerika inanırsa tüm dünya inanırdı. Amerika ne derse desin; kalkan yumruklarına, öfkeli haykırışlarına rağmen tüm dünya onlara itaat ederdi. Belki de hiç farkına varmadan onlara tabii olurlardı. İnce eleyip sık dokunarak yapılacaktı her şey. Büyük planlara küçük adımlarla ulaşılacaktı. Elbette medya her zamanki canavarlığı ile ön plana çıkıyordu. Masum gibi görünen komedi filmleri ve duygusal filmler eşcinsel karakterleri işlemeye başladı. Onlarla empati yaptırdı ve daha da ileri giderek onlara sempati duydurttu. Bir yandan din tahrip edilmeye devam ederken bir yandan da psikoloji “DSM Tanı Kriterleri” kitabında başlangıçta “sosyapatik kişilik bozukluğu”, sonrasında ise “diğer cinsel sapmalar” kategorisinde yer alan eşcinsellik, bu tanı kitabından tamamen çıkartıldı. Böylece eşcinsellik bir hastalık olmayacaktı. Demek ki artık bir tedavi aramanın ya da bu konu üzerine araştırma yapmanın da gereği yoktu. “Böyle doğdun” teorisi güçlendiriliyor, karşı düşüncede olanların kariyerleri baltalanıyor, homofobik olmakla ve ayrımcılıkla suçlanıyorlardı.  
Bugün de üniversitelerde ve akademik camiada aynı suçlamalar ve düşünce özgürlüğü adı altında başkasının düşüncelerine tahammül edememeler, küçümseyici bakışlar devam ediyor. Üstelik Türkiye gibi sözde gerici ve homofobik olan ülkelerde dahi. Yalnızca bu sene girdiğim derslerde üç defa eşcinsellikle ilgili sunum yapıldı. Her seferinde eşcinsellerin çektiği acılar, yaşadıkları ayrımcılıklar gözümüze sokuldu. Bunun doğuştan gelen bir durum olduğu, o insanların masum bir melek(!) olduğu defalarca kez tekrarlandı. Biz heteroların onları anlayamadığı, onlar için hiçbir şey yapmadığı ve daha birçok şey... Sunumu yapan arkadaşlarla ayrıca konuştuğumda kendileri şu cümleleri kurdu: Aslında bakarsan bunun bir hastalık olduğunu, birçok hastalığa neden olduğunu, tedavisi olduğunu, toplumsal yapıya zarar verdiğini söyleyen birçok araştırma vardı. Elbette biz onları kullanmadık. Çünkü onlar taraflı araştırmalar! Taraflı araştırmaları tarafsız bir şekilde elimine eden ve bizlere sunan arkadaşlarımı bir kez daha tebrik ederek yazıma devam etmek istiyorum! Homofobinin tavan yaptığı ülkemde bu sunumlara kimse sesini çıkart(a)mıyordu. Çünkü homofobik olmakla, onları anlayamamakla, empati yapamamakla, iyi bir psikolog olamayacak olmakla suçlanırdınız ki bunlardan kimisiyle de suçlandım. 
Peki eşcinsellik gerçekten bir hastalık mıdır? 
Freud ve Jung eşcinselliği “eksik bir gelişim” olarak görür. Adler ise “Eşcinsellik Üzerine” adlı kitabında eşcinselliği “yaşam üslubunun cinsel dışa vurumu olarak sapıklık” diye tanımlar. Eşcinsellik de dahil olmak üzere tüm cinsel sapıklıkların şu ortak özellikleri barındırdığını söyler: 
1.       “Her sapıklık erkek ve kadın arasındaki büyümüş ruhsal uzaklığın dışa vurumudur. 
2.       Her sapıklık normal cinsellik rolünün benimsenmesine karşı açığa vurulan az ya da çok güçlü bir başkaldırı, sapık kişinin zayıflamış kişilik duygularını güçlendirmeye yönelik planlı ama bilinç dışı bir çabadır. 
3.       Sapıklarda normal partneri değersizleştirme eğilimi hiçbir zaman eksik değildir; dolayısıyla dikkatlice bakıldı mı, normal partnere duyulan kin ve ona karşı savaş sapıkların davranışlarında öne çıkan özelliklerdir. 
4.       Erkeklerdeki sapıklık eğilimi, kadının aşırı değerlendirme konusu yapılmış gücü karşısındaki aşağılık duygusunu gidermek için başvurulan konpenzasyon (dengeleme) çabasıdır. Kadındaki sapıklıklar da yine onun kendisinden güçlü gözüyle baktığı erkek karşısındaki aşağılık duygusunu gidermek amacına yönelik bir çabadır. 
5.       Sapıklık her zaman aşırı duyarlılığın, ileri derece bir hırs ve inatçılığın yer aldığı ruhsal yaşamdan doğup çıkar. Sapıklarda köklü bir arkadaşlık kurmada, karşılıklı birbirine destek olmada, toplumsallığa yönelik çabalarda yetersizlik normalde beklendiğinden daha büyüktür. Bencil duygular, güvensizlik ve tahakküm (baskı, zorbalık) hırsı ön planda yer alır. Gerek erkekler gerek kadınlarla bir arada olmak pek istenmez. Bu yüzden sapıklardaki toplumsallık sınırları hayli dardır.” 
Her ne kadar DSM kitaplarında artık hastalık olarak geçmiyor olsa dahi eşcinsel yöneliminden dolayı rahatsız olan ve kurtuluş için bir çözüm arayan kişiye hasta diyebiliriz. Peki, yönelimlerinden dolayı kendini mutsuz hisseden kişiye saygıdeğer psikologlarımız(!) ne yapıyor dersiniz. Onlara yönelimlerinin normal olduğunu, sorunun toplum olduğunu, değişmemeleri gerektiğini söylüyorlar. Ve hatta “kestir, kurtul diyen” sözde aydın psikologlarımız dahi var. Bir psikolog olarak sormak istiyorum, nasıl olur da böylesine yönlendirici bilgileri danışanlarınıza aşılamaya çalışırsınız? Nerede etik kurallar? Yıllarca eşcinsel bir şekilde yaşayan, sürekli o ortamlarda bulunan ve sonra bir şeylerin yanlış olduğunu düşündüğü için yardım talebinde bulunan bir danışana verilen cevap bu! Yine eşcinsel olup sonra tedavi olan bunca insanın varlığına rağmen nasıl yardım talebinde bulunan insanları kendi düşüncelerinize göre yönlendirirsiniz?  
Eşcinsel olup bunu özgürce yaşayan kimseler, özgür seçim haklarını kullanıp, eşcinselliği onaylayan bir terapiste elbette gidebilirler. Bunu aydın(!) psikologlarımız gururla karşılar. Fakat yöneliminden rahatsız olan kişilere “sen böylesin, bunu kabul et, bunun tedavisi yok” baskısı ne kadar vicdansızca ve taraflıca bir yönlendirme. Halbuki “onarım terapisi” denilen bir yaklaşımla yöneliminden rahatsızlık duyan eşcinseller tedavi edilebilmektedir. Yaptığı araştırmada Spitzer 16 ay boyunca 247 danışana onarım tedavisi uygular. Bu çalışmanın sonunda 143’ü erkek 57’si kadın olmak üzere 200 katılımcı eşcinsel yönelimden karşı cins yönelimine geçtiklerini söylerler. 
·         Erkeklerin %85’i ve kadınların %70’i eşcinsel hayat tarzının kendilerine duygusal doyum vermediğini, 
·         Tüm katılımcıların %79’u eşcinselliğin dini inançlarıyla bağdaşmadığını, 
·         %67 oranında erkek ve %35 oranında kadın karşı cinsle evlenmek istediklerini belirtir.
Her zaman eşcinsel haklarının savunucusu olan Spitzer; eşcinsel kesim ve hükümet tarafından kendisine yapılan baskılara dayanamayarak 2003 yılında yapmış olduğu çalışmayı 2012 yılında geri çekmek ister. Fakat derginin editörü verilerde bir hata olmadıkça çalışmasının geri çekilemeyeceğini söyler. Verilerde hata yoktur, istatistikler doğrudur. Fakat bu seferde araştırmaya katılanların kendi kendilerini değerlendirmelerinin doğru olamayacağı iddia edilir. Hâlbuki psikolojideki birçok araştırma bu yöntemle ilerler. Tüm bu süreci inceleyen bir makalede şu sözlere yer verilir: Eğer bu araştırma geri çekilecekse cinsel yönelim değiştirme çabalarına karşı çıkan ve bu yöntemle yapılan tüm araştırmalar da geri çekilmelidir. Saygılı bir bilim bu talepte bulunsa dahi güncel politika asla bu talepte bulunmayacaktır.
  


Kaynaklar: 
·         Adler, A. (2017). Eşcinsellik ÜzerineK. Şipal (Çev.). İstanbul: Say Yayınları 
·         Çiftçi, E. (2019, Ağustos). İnsanlık suçu: LGBTİ+. Hüküm Dergisi, s.31-36. 
·         Jung, C.G. The Archetypes of the Collective Unconscious, s.47. 
·         Merter, M. (2014). Nefs Psikolojisi. İstanbul: Kaknüs Yayınları.  

-SİYAHKALEM-

0 yorum:

Yorum Gönder