Gözlerimi açtığımda karşımda duran iki kapının sınırları yavaş yavaş netleşiyor. Sanki sürekli yaptıkları şeymiş gibi gözlerim kapıların isimlerini arıyor: Şükür ve şikâyet kapıları. Neredeyim ben, nasıl geldim buraya? Zaman dönerek geçmişi gözlerimin önüne getiriyor, belki de gözlerim dönen zamanı arıyor o sıra. Bomboş ve loş bir odadayım. Karşımdaki duvarda iki kapı var: Kabul ve inkâr kapıları. Şimdi şükür ve şikâyetle karşı karşıya olduğuma göre belli ki kabul kapısından geçmişim. Çünkü ancak var olanın varlığını kabul ettiğinde şükredebilir ya da şikâyet edebilirsin. İnkâr ise çok farklı bir mekanizmadır. Var olanın varlığını reddetmek ve onu yok saymaktır. Gözlerimizi tüm dünyaya kapatarak ve kulaklarımızı tıkayarak (şükür ki göz kapaklarımız var) var olanı yok edebileceğimize dair sihirli bir düşüncedir o. İnkâr; ancak içinde kabul ve inkâr kapıları bulunan yeni bir odaya açar kapılarını. Tüm bu düşüncelerin ardından geçmiş, rüzgârda savrulan yaprak gibi uzaklaşıyor benden. Belki de şimdiki zaman usulca yaklaşıyor bana.
Şükür ve şikâyet kapıları bir kez daha netleşiyor. Şükür kapısının üstünde bir kilit, şikâyet kapısının üstünde ise kilit ve anahtar var. Şükür kapısından geçmek istiyorsam önce anahtarı bulmalıyım. Bomboş bir odada nerede olur ki bu anahtar? Şikâyet kapısına doğru ağır adımlarla yaklaşıyorum. Belki de ben olduğum yerde duruyorum da şikâyet kapısı yaklaşıyor bana. Anahtarı kavrıyorum. O an zihnim başka mekânlara doğru hızla akıyor, belki de tüm o başka mekânlar zihnime tıkışıyor. Uzun bir koridordayım. Adım adım ilerliyorum. Attığım her adımda ferahladığımı, nefes aldığımı hissediyorum. Anahtarı çevirip kapıyı aralıyorum. Vücudumun şekil değiştirdiğini hissediyorum*. Şimdi attığım her adımla içimdeki ferahlık da sönüyor. Karanlık, bir balyoz gibi iniyor zihnime belki yüreğime. Şikâyet etmek artık geçmişte olduğu gibi rahatlatmıyor beni. Mutsuzluk, karanlık ve memnuniyetsizlik hücum ediyorlar tüm bünyeme. Belki de ben kollarımı açıp sarıp sarmalıyorum her birini. Bizde gelen misafire git denmez çünkü. Her nesnenin, olayın, duygunun içindeki karanlığı görüyorum artık. Tüm aksilikler tasmasından kurtulmuş azgın bir köpek gibi koşuyor peşimden. Kapıyı hızla kapatıp elimi anahtardan çekiyorum. İnen karanlık balyozun tüm ağırlığını üstümden atmak istercesine derin bir nefes veriyorum.
Göz ucuyla şükür kapısındaki kilide bakıyorum. Nerede olabilir ki bu anahtar? Hemen sonra kilidin üstünde bir kalp resmi işlendiğini fark ediyorum. Kalp mi? Beyin değil de bir kalp mi yani? Ne demek şimdi bu? Düşünmem değil de hissetmem mi lazım, anahtarı görerek değil de hissederek mi bulabilirim? İyi de arkadaş! Ne hissedeceğim, hem öyle hisset deyince kalple kavranır mı gerçekler? Tüm bu düşüncelerin ardından şükür için gerekli olan şeyleri düşünmeye başlıyorum. Onlarca kelime dörtnala koşuyor zihnime. Belki de zihnim dörtnala koşuyor tüm o kelimelerle. Bir an sonra farkındalık, evet farkındalık diyorum içimden. Şükredebilmek için önce var olanın varlığını fark edebilmek lazım. Her zaman sahip olduğumuz ama zamanla varlığına alıştığımız tüm o şeyleri fark edebilmek, bakmanın ötesine geçip görebilmek… Şimdi ağır adımlarla şükür kapsına yaklaşıyorum. Belki de o bana yaklaşıyor. Kapı tüm bakış alanımı kaplıyor. Elimi kapının koluna doğru uzatıyorum. Mekân hızla yer değiştiriyor, belki de ben hızla koşuyorum başka bir mekâna. Uzun bir koridor… Mutluyum. Koridorda ağır aksak ilerlemeye başlıyorum. Şükrediyorum; görmeye, duymaya, tatmaya, hissetmeye… Vücudum yavaşça şekil değiştiriyor. Sahip olmadıklarımdan çok sahip olduklarıma bakmayı öğreniyorum önce. Memnuniyet sarmalıyor dört bir yanı. Çevremdeki tüm canlılarla olan ilişkimin güzelleştiğini görüyorum. Sevdiklerimi oldukları gibi kabul edebilmeyi, onların yaptığı küçük incelikleri fark edebilmeyi öğreniyorum sonra. Gerçek sevgiyi hissediyorum kalbimde. Şikâyet ederek değil sorumluluk alarak hayatın yaşanacağını anlıyorum. Ama hepsinden önemlisi şikâyetin anlaşılma ve desteklenme çağrısı olduğunu fark ediyorum. Eğer bir insan şikayet ediyorsa onu dinlemeyi ve onunla empati yapmayı öğreniyorum. Sürekli şikâyet eden birinden kendimi korumam gerektiğini anlıyorum. Kapıdan içeri sessiz bir adım atıyorum.
Gözlerimi aralıyorum. Karşımda iki kapı beliriyor yavaşça. Hızla isimlerine bakıyorum, her daim bunu yapıyormuş gibi. İstikrar ve vazgeç kapıları…
*Beyindeki sinir hücrelerine nöron adı verilir. Nöronlar arasında sinaps adı verilen boşluklar vardır. Beyin yeni bir uyaran aldığında nöronlar ateşlenerek iki nöron arasında ilişki kurulur. Uyaranların tekrar tekrar yinelenmesi hem yapısal değişikliklere hem de iki nöron arasında daha hızlı ateşlenmeye sebep olur. Böylece bu iki nöron arasındaki ilişki gittikçe güçlenir. Örneğin şikayet etmek beynimizde bir köprü oluşturur ve şikayet etmeye devam ettikçe bu köprü güçlenir. Köprü güçlendikçe daha çok tercih edilen yol haline gelir.
-SİYAHKALEM-
0 yorum:
Yorum Gönder